Kitaba merak duymanın Fransızca'da iki karşılığı var: Bibliyofili ve Bibliyomani... İlki "Kitap sevme", ikincisi ise tabiri caizse "kitap manyaklığı" anlamına gelen bu iki sözcük her ne kadar kitap ve okumakla iniltili olsa da aralarında belirgin bir fark söz konusu.
Eskiden kitapsever insanlara “muhibban-ı kütüb”, hastalık derecesinde kitapkolik insanlara ise “mecânin-i kütüb” denilirmiş.
Bibliyofiller, kitaplarıyla yatarlar, kalkarlar. Kitap dünyasını son derece hâkimdirler. Hangi kitabın ne zaman nerede, kim tarafından yayımlanacağını yakından takip ederler. Kütüphanelere sık sık gidip, burada verimli okumalar yaparlar. Oda dolusu kitapları olmasına rağmen çevresiyle kitaplarını paylaşmayı istemezler. Kitap kokusuna kapaklarına büyük tutkuyla bağlıdırlar. Sahaf ve kitap festivallerini kaçırmamaya özen gösterirler. Bibliyomanların bu takıntıları psikolojik hastalıktan ileri geldiğini de belirtmekte fayda var.
Bibliyoman, kitap hastası demektir. Her gördüğü kitaba muhakkak sahip olmak ister. Sadece sahip olmaktan zevk alan, sahip olduktan sonra da kimseye göstermeyen ve hattâ koklatmayan biridir.
Kitap satın alma hastalığına yakalandığını söyleyen Alman edebiyat ve kültür tarihçisi Walter Benjamin (1892-1940) "Tüm bu kitapları okuyabilecek vaktiniz olduğuna inanıyor musunuz?" sorusuna "Kitaplar yalnız okunmak için değil, aynı zamanda birlikte yaşamak içindir…" diye cevap verir (Kitap Postası, s. 24).
İtalyan edebiyatçı Umberto Eco'ya göre, elindekileri okumadığı halde yeni kitaplar almaktan vazgeçmeyen insan, aldığı kitapları kısa bir müddet sonra "okumuşluk" duygusuyla muhafaza eder. O kitapları okumadığını biliyor olsa da fizikî olarak sahip olmasından dolayı, zihin bu sahipliği okumuşluk duygusuna dönüştürür. Hastalık da bu noktadadır. Hem okumaktan alıkoyar, hem de kitap satın alma çılgınlığına sevk eder. Kitap satın alma hastalığı tefekkürle halledilebilecek bir hastalıktır. Bilgiyi içselleştirmekten geçer. Aldığınız kitabı okuduğunuzu zannettiren zihninize hâkim olursanız, yeni kitaplar almak yerine, elinizdekileri okumak gerektiğine inancınız artar. (Kitap Postası, s.24)
Ben Gustave Flaubert'in Bibliyomani isimli eserini bir çırpıda okudum. Dünya edebiyatın dahi isimlerinden biri ve modern edebiyatın kurucularından Gustave Flaubert ilk kitabı Bibliyomani'yi daha 14 yaşındayken yazmış. Bibliyomani, yazarın el yazısıyla arkalı önlü onbeş sayfaya tekabül ediyor. Öykü yazılışından dokuz ay sonra 12 Temmuz 1837 tarihinde Colibri gazetesinde yayınlanmış. 2017 yılının Kasım ayında Sel Yayıncılık etiketiyle yeniden okuyucuyla buluşan kitap Flaubert’in el yazmaları ve Colibri gazetesinin görsellerini de içinde barındırıyor.Bir yandan gerçek bir olaydan yola çıkan öyküyü okurken bir yandan yazarın üzerini karaladığı kelimelere, sayfada uçuşan harflere bakıyorum da etkilenmemek mümkün değil. Zaten öyle birini anlatıyor ki sıkılmak pek mümkün değil: “Bu adamın sahaflar ve eskiciler haricindeki kimselerle konuşmuşluğu yoktu. Ketum olduğu kadar hayalperest, nemrut olduğu kadar mahzun bir adamdı; tek bir düşüncesi, tek bir sevdası, tek bir tutkusu vardı: Kitaplar.”
Bibliyomani’yi okurken, kendimi Bibliyofil ile Bibliyoman arasında bir yerde buldum. Bibliyoman değilim, çünkü bir kitaba sahip olabilmek için yapabileceğim şeylerin belli sınırları var. Bibliyofillerin kitaplarını çok rahat paylaşabildikleri söylendiği için Bibliyofil sınıflandırmasına da girmiyorum, çünkü benim kitaplarım değerlidir ve kitaplığımdan çıkan her kitap acı verir yüreğime, -bazı istisnalar dışında - paylaşamam.
Kitaplara düşkünlük denilince, akla Katip Çelebi, Ali Emîrî ve İbnülemin Mahmud Kemal İnal gibi isimler geliyor. (Daha başka isimler de var.) Bu değerli insanlar, bibliyofil tanımına uyuyor; kitap topluyorlar, bunun için çok para ve çok zaman harcıyorlar. Kendileri kitap düşkünü ama bibliyoman değiller, geride halen faydalandığımız önemli eserler bırakmışlar.
"Kitabı aldım; eve geldim. Yemeyi, içmeyi unuttum. Bu kitabı, sahaf Burhan 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara değişmem." diyen Ali Emîrî Efendi olmasaydı belki de Dîvânü Lugati't-Türk kayıplara karışacaktı.
Hayallerim mi?
Bunlar çok zor..
Ama bu niye olmasın?